11 Şubat 2015 Çarşamba | By: YeniAy M.

Ölümün Dönüşen Yüzü




UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.

Kır Gönlünün Zincirlerini


KÜNYE

Yazar: Zeki Parlak
Yayıncı: Cinius Kitap
Sayfa: 132
Baskı Yılı: 2013


Sosyoloji mezunu olarak şu ana kadar hiç sosyoloji ile ilgili kitaplar okumadığımı itiraf etmem gerekir. Aslında bunun sebeplerinden biri de dört yıl boyunca yoğun olarak tüm ekollere, sosyologlara boğulmuş olmanın verdiği bıkkınlıktır. Bilhassa son iki senemde gördüğüm cinsiyet sosyolojisi beni anti-feminist biri haline getirdi desem yeridir! Yoğun olarak bilgiyi depolamanın dışında bana son derece boş gelen bazı noktaları olduğu için de olabilir. Bir kadın olarak elbette ki kadın haklarını savunmakta ve kadınların sosyal konumlarının erkeklerinki ile eşit hale getirilmesinden yanayım, ama feminist ekolleri incelediğiniz zaman çoğunun bilimsellikten ziyade şahsi fikirlerinin ve de ideolojilerinin çevresinde şekillendirilmiş bir takım ekoller karşımıza çıkıyor; bilhassa sosyalist feminizim. Her şeyi kapitalizme bağlayıp, kafayı kapitalizm ile bozmuştur! Oysa komünist ülkelerdeki kadınların sosyal konumlarının içler acısı halini de hiç mantıklı bir gerekçe ile açıklayamazlar! Neyse, bu kitap, arkadaşım Meryem'in babasına ait. Sağ olsun, hediye ettiği güzel kitaplardan biri. :) Kapak ve isim roman havası verebilir ama giriş yazımdan da anlayacağınız üzere kitap, amatörce de olsa, CİNSİYET SOSYOLOJİSİ üzerine yazılmış. Bu yüzden daha çok feminizm, kadın hakları ve cinsiyet sosyolojisine ilgi duyanların ilgilenebileceği bir kitap.

Yazarımız, bir erkek olarak, kadınların mevcut sosyal konumlarının halinden memnun değil. Kadınların şikayetçi olduğu noktalardan kendisi de şikayetçi. Kadın haklarını savunan erkekler size garip gelebilir, ama hiç gelmesin. Söz konusu İNSAN HAKLARI ise bu savunmayı kadın-erkek şeklinde ayırıma giderek yapıp sadece tek bir cinsiyetin savunmasının tekeline veremeyiz. Bu aynı zamanda karşı cinsiyetin hepsine hüküm kesmekle de aynı şey olur. Ama kabul, kadınların sesi daha çok çıkıyor ve erkekler çok ilgilenmiyor. Bu yüzden Zeki Beyi tebrik edip, teşekkür ediyoruz. 

Zeki Bey, kitapta kadınların sosyal konumlarının bu hale gelmesine neden olan etkenleri kendi düşüncesine göre tespit edip, çözümler sunmuş. Bu etkilerin ana kaynağının KAVRAMLAR olduğunu söylüyor; annelik, sevgi gibi... Bu tarz şeyleri kutsallaştırıp kullanan egemen ataerkil kesim, bu kavramları kullanarak kadınları prangaya alıyor ve mevcut durumlarının sürmesine neden oluyor. Hatta feministler bile bu noktalarda yanılgıya düştükleri için tam manası ile başarı gösteremiyorlar, dersek yanlış olmayacak(ben öyle anladım).

Bahsettiği kavramlar çok ilginç aslında; annelik, anne sevgisi, eğitim...vb. Örneğin, annelik dediğimiz kavram kadını taşıyıcı haline getirip kuluçka makinesine dönüştürüyor; zira erkek kadını bu şekilde işlevsel görüyor. Hatta doğum yapamayan kadın yarım kadın vb. şekilde görüp 'kötü' kesime atıyorlar. Aslında bu noktada haksız değil. Bugün halen doğuda, bir nebze de batıda, hala doğum yapamayan kadınların 'kötü' olarak lanse edilmesi, kadın olarak görülmemesi, kadın olmasının doğurganlığına bağlı olduğu şeklinde çarpık bir anlayışa sahip zihniyetin varlığı var. Hatta menopoz yaşayan kadının kendini yarım görmeye başlaması da bu zihniyetin bilhassa kadınlarca kabul görülüp, yaşatıldığı gerçeğini de lanse ediyor. Yazar haklı, kadın kuluçka makinesi değildir, kendini 'annelik' kavramı ile kadın olduğu görüşünden kurtulmalı. Veya değerli olduğu.... Kadın, insan olduğu için değerlidir, doğum yapabilen bir canlı olduğu için değil. Prenses Diana kendini "damızlık" gibi hissettiğini söylemişti. Gelişmiş(!) olduğu düşünülen batıda bile kadının ana görevi kuluçka makinesi olması, kadının dünya çapında ne gözle göründüğünün işaretidir. İşin trajik yani kraliçenin yönettiği bir hanedanda bile kraliçe mevcut zihniyetin yeniden üretilmesi ve sürdürülmesinde ana etken rol oynamış, oynuyor...

Ama yazar, sevgi kavramını tabiri caiz ise tamamen içini boşaltıyor. Fantastik kurgu gibi görüyor. Bundan, sevgi denen şeye inanmadığını çıkartıyorum ister istemez. Materyalist bir mantıkla işin özünde her şeyin çıkara dayandığını, bu yüzden anne-çocuk ilişkisinde bile bu mantığın işlediği, sevgi kavramı ile bir bakıma işi masumiyetleştirildiği söylüyor. Aslında bunu daha önce bir öğretmenimden duymuş ve mantıklı gelmişti. "Her şey karşılıklıdır." sözü boş yere söylenmiş bir söz değildir. Ama olay bahsedildiği kadar da BASİT DEĞİL. Duygular karmaşık ve tanımlanması imkansıza yakın soyut şeylerdir. Soyut şeyler üzerinde bu kadar kesin hükümlere varmak yanlış bir bakış açısıdır. Ortada sevgi yoksa ve her şey çıkar ise yazarın eşi ve çocukları da pek tabi olarak, çıkarları örtüştüğünde kendisi ile olan ekonomik ve sosyal bir takım ilişkilerini yeniden gözden geçirip duruma göre hareket edebilirler. Babayı sadece para makinesi gibi görüp davranmak misal... Bu en basit, en akla gelen, en masum örnek...

Ekonomik özgürlük başlı başına yeterli değil, diyor. Doğru diyor. Mesele sadece ekonomik olarak güçlü olmak değildir.

Eğitim-Öğretim kavramları... özetle eğitim değil, öğretim gereklidir; öğretim ile kişinin başka şeyi seçme imkanının olduğunu söylüyor. Katılmıyorum. Okullara eğitim-öğretim yuvası denir ama asla eğitim namına da bir ders görmezsiniz. Varsa yoksa öğretimdir. Eğitim, kabaca sizin kişiliğinizin ve davranışlarınızın şekillendirilmesi; öğretim de beyninizin geliştirilmesidir. Okullarda veya başka yerlerde verilen ÖĞRETİMLER genelde TEK TİP-TEK BAKIŞ AÇILI bilgilerin aktarılması ile olur. Örneğin, üniversitelerde sosyoloji bölümleri farklı ekolleri takip eder; kimisi weber ekolüyle öğrenciye bilgi aktarır, kimisi comte kimisi marks ile. Bir başka ekole neredeyse asla yer vermez. Lise çağımızda da farklı değildir. Biyolojide evrimden bahsedilir ama bu mutlak doğru gibi verilir, karşı kuramlardan bahsedilmez. Tek yönlü bilgi ile başka bir seçim şansınız olmayacaktır ta ki siz karşı fikri öğrenene kadar. Eğitim de aynıdır... Örneğin güneş kırmızı ve sarıdır diye iki bilgiyi öğrencilere sunalım, bunlardan birini kendilerince seçecektir, ama kırmızıdır dersen kırmızı olarak kabul edip bu şekilde devam edecektir.... İster eğitim olsun isterseniz öğrenim olsun, eğer karşı tarafa aktardığınız bilgi YALAN*YANLIŞ ise o zaman kişi de yanlış bir bilgi ve eğitim ile büyüyecektir. Bunun sonucunda da ağzı bozuk, şiddete meyilli, başkalarının düşüncelerine saygısı olmayan, faşist, anarşist vb. tipte hatta terörist kişilikler meydana gelecektir. Yakmanın yıkmanın, ortalığı ateşe vermenin tek direnme şekli olduğuna, en doğrusu olduğuna inandırılmış, öğretilmiş(!) bir nesille ne yapabilirsiniz ki?

GENEL YORUM: Katılmadığım noktalar katıldıklarımdan fazla. :) Fikir ve düşüncedir bunlar, yorumdur; tabii ki de paralellik arz edecek diye bir şey yok. Eğer yazarın söylediği her şeyi yaparsak kadınların sosyal konumları istenilen noktaya gelecek mi, derseniz, hayır, derim. Çünkü mesele sadece kavramlar ve onlara yüklenen anlamlar değil; haklı olduğu, tutabildiği noktalar da var, evet ama yetmez. Ayrıca taşıyıcılık(annelik), sevgi vb. şeyleri de yok etmeye kalkarsanız toplumda anomali meydana gelecektir ve iyileştirilmesi zor olacak yaraların açılması da kaçınılmaz olacaktır diye düşünüyorum. Materyalist mantık nasıl insanın ruhunda boşluklar bırakarak yaralar açtı ise bu da bu benzer şeylere sebep olacaktır. Bana göre bu mantığı temel alarak tespit edilmiş görüş bunlar, en azından kapitalizm sorumlu tutulmuş diyebilirim... Bazı noktalarda fütüralist bakış açısı göstermiş; 200 yıl sonra taşıyıcılık yok olacak şeklinde, misal. Tecrübeler fütüralistlerin(bilhassa sosyologların) çoğunlukla yanıldıkları yönündedir. Zira toplumlardan bahsediyoruz, teknolojilerden değil. Şimdi bakıp yarın uzayda yaşayacağız diyebilirsiniz ve bunda da haklı çıkabilirsiniz ama toplumun ne hale geleceğin konusunda öngörülerde bulunmak neredeyse imkansızdır, zira toplumlar tahmin edilebilir basit canlılar değildir. Bu hataya çok sosyolog düşmüştür, hala düşmektedirler. Örnek vermek gerekirse; Gezi eylemlerinin Türkiye'de istenilen sonucu vermemesi, sosyologların tek tip, tek düze, genelleyici ve kibirli görüşleri ve analizleri yüzünden olmuştur. Oysa her toplum kendi içinde yorumlanması gerekir. Bir ülkede tutan oyun bir başka ülkede tutmayabilir, tutmayacaktır da. Bu tamamen toplumların içsel yapılarından kaynaklı. Bu yüzden öngörüler yapmak doğru değildir. 

Kitapta yer yer sık tekrarlara ve kelime kullanımlarına girilmiş. Ben bu tarz sık tekrarlar karşısında hemen sıkılan hatta gerilen bir yapıya sahibim, neden bilmem. Yazarlar bu duruma düşmemeye çalışmalı.

Bu arada yeri geldiğinde çok yüzeysel, yeri geldiğinde karışık kuruşuk yazmış isem affola, hastayım da, zor yazıyorum. Şu an resmen acı çekiyorum. :D

DİPÇE: İkidir, bu Cinius yayınlarının kitapların içindeki pasajları kopyala yapıştır ile tanıtım bülteni yazdığını görüyorum. Adam ol cinius, adam ol! Özen göster biraz eserlere, parayı alıp yemesini biliyorsun!

Kitap Okuma Önerisi:  Sosyoloji sevenler bakabilir.

Puan: 10/5


Kitap Fiyatı: 14