11 Kasım 2013 Pazartesi | By: YeniAy M.

Ey Dünya İnsanları! Hepiniz Türksünüz

 
UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.
 

Kayıp bir uygarlığın sırları dünyayı nasıl değiştirebilir?


Öncelikle yazar hakkında kısa bir bilgi vereyim. Yazarın ismi Gene D. Matlock. Amerikalı bir Katolik. Meksikalı eşi yüzünden oraya taşınmış, zamanında. Eşinin vefatından sonraki yıllarda da araştırmaları sayesinde bu kitabı yazıyor. Tarihçi vs. değil. Ya da dil bilimci. Ama ona Araştırmacı Yazar diyebilirsiniz ve tarih konusunda kendisini yetiştirmiş. Alaylı diyelim.

Yazarın iddiası hayli bir çarpıcı; Tüm dünya insanları aslen köklerine Türk'tür! Bunun içinde kendi araştırmaları neticesinde edindiği bilgileri sunuyor. Türklerin eski inancı Tengricilik (Şamanizm değil. Bu konudaki bir kitabı tanıtıp, bilgilerin yalan olduğunu yazmıştım. Bknz: Şamanizm )ile dinlerin, bilhassa Katolikliğin temelini, bağlama yoluna gitmiş. Türklerin Batılıların anlattığı gibi göçebe(sürekli) yaşamadıklarını, büyük uygarlıklar kurduklarını, dünyaya yayıldıklarını, tüm dünya kültürünün temelinde Türk medeniyeti olduğun hatta inançların temelinde de bu olduğunu vs. değinmiş. Hatta "Haç" işaretinin icadının da Türkler olduğunu söylemiş ki hatırlatırım size Mu kitaplarında da bu konuya değinmiştik. Elbette Haç'ın manası şimdi kullanılan mana ve işlevde değil, tamamen farklı bir boyut ve işlevlikte idi.

Neyse kitapta dikkatimi çeken noktaları yazayım:

  • Yazarın şu yorumuna imzamı atıyorum: "Ruh ve beden, bir diğerini harcamak pahasına, daha çok vurgulanırsa, dünyaya asla huzur ya da uyum gelmeyecektir." Örnek olarak maddeci olan Amerika ve her şeye ruhsal olarak (karma) yaklaşan Hindistan'ı vermiş. Biri aşırı maddeci diğeri ise aşırı ruhçu olduğu için huzur, bereket ve adaletten, dengeden uzak yaşıyorlar. Oysa ruh ve beden denge halinde olsa, o zaman adalet, huzur olacaktır. Denge olacaktır. Bu yaklaşım bizim dinimizdeki "Dünya için ahireti, ahiret için dünyayı bırakma" anlayışına uyuyor aslında. Farklı bir şekilde söyleniş biçimi, o kadar.
  • Birkaç bin yıl önce Kuzey Kutbuna yakın bir yerde yaşayan büyük ve ileri bir uygarlıktan bahsediyor yazar. Öyle bir yer ki cennetteymişçesine bolluk ve mutluluk içinde yaşanan bir yer burası. Yahudi ve Hristiyanlar buraya "Aden" derken, Hindular "Uttara Kuru", Budistler ise "Tanrı Şivan'ın Ülkesi" ya da "Şambala" denir. Hatta bugün bu bölgeye "Sibirya" diyoruz.  Sivariya, Siberia, Sibirya şeklinde Şiva ismine vurgu yaparak, kökenin buradan geldiğini düşünüyor(ismin). Bu bölgede 5 ırktan bahsediyor. Hatta buna "Kökensel beş ırk" diyor. Bunların mutlu, uyum ve bolluk içinde yaşamasını sağlayan bir öğreti var; İkililik, Kutsal Teslis, Haç ve doğudan, batıya doğru güneşten yayılan güçlü enerjilerin(çiğ) bilgisini kapsayan bir bilim. EKLEME: Yeni öğrendiğim bilgiye göre ise Sibirya ismi zamanında o bölgede yaşayan SABİR TÜRKLERİNDEN gelmeymiş. Yazar gümledi!
  • Hindu mitlerine göre, insanlığın tamamıyla gelişmiş uygarlıkların ortaya çıkışı yaklaşık 30 bin yıl kadar sonra, dünyanın ekseninde meydana gelen ani bir sapma Kedar Hand(Şivanın ülkesi)'ı buzdan bir cehenneme çevirmiştir. Bugün ismine "Türk" dediğimiz Kurus ya da Beş Krishtaya, güneye doğru kaçmak zorunda kalıyor. Böylece Orta Asya ve Hindistan'a yerleşip, buradaki yerli halkla birleşip, tüm dünyaya yayılmaya başlıyorlar. Elbette geçmişten gelen öğretileri ve uygarlıklarından arta kalanlarla. Hali ile yazara göre, herkes kendi neslinin izlerini, doğrudan ya da dolaylı olarak Türklere dek sürebilir.
  • Yazar, gerek Hindu gerekse kendi kutsal kitaplarında yazan bir olayı kaynak göstererek bize Hz.Nuh tufanının farklı bir versiyonunu anlatır. Kuzey Kutbu Dairesi olarak bildiğimiz bölgede yaşayan ve adına "Hyperborlular ve Kristhayalar"ın bir çoğu ruhani insan olmaktan vaz geçerek kötülüğe saparak kendilerini şeytani ilimlere adarlar. Hatta dünyanın eksen kaymasına sebepte bu şeytani ilimlerdir. Bu yüzden de Allah, onları cezalandırır ve tufan gönderir. Bu sayede de orası tufan sonrası buzdan ve kardan yaşanmaz hale geldi.  Bu insanlar ise bugün adına "Türk" dediğimiz insanlardır yazara göre. Ayrıca o dönemde herkes "Sanskritçe" konuşuluyor. Elbette "bize öğretildiği" üzere diyor yazar. Siyon-Zion'da bu dildendir ve mana olarak "bütün insanlığın kaynağı ya da vulvası" demekmiş. Bu bahsettiğimiz Siyon "meru dağı" dır. ve diğer isimleri de Seneru ve Sinarudur.
  • Yazar Afganistan konusunda ki bir olaya da değiniyor. İnancını Hristiyan olarak değiştiren bir insanın yargılanması üzerine yorum yapmış ve hiçbir ülkenin teokrasi ile yönetilmemesini tavsiye etmiş. Şimdi diyeceksiniz burada ne ilgini çekti? Basit. Yazar Afganistan'ın resmi dininin ruhbanları demiş. :)
  • Yazar sonraki bölümlerde Sanskirtçe olduğunu iddia ettiği "believe, rebel" gibi kelimelerin kökenlerine değinmiş. Aslında İngilizce garip bir dil, kesin. Zira bazı kelimeleri tersten okuyunca son derece "olumsuz" kelimeler ortaya çıkıyor, kelime olumlu olmasına rağmen. LIVE= EVIL, LIVED=DEVIL gibi... Birkaç tane daha vardı ama unuttum. Hatta biri bu dilin şeytan dili olduğunu iddia etmişti. :)
  • Diğer dikkatimi çeken ve beni gülümseten cümle ise şu; ".... Kutsal Teslis denilen tamamen bilimsel (!) olan ruhani teknoloji sayesinde, kendisine içeriden bakarak ulaşabilir." Aslında burada ilk bakınca "teslis mi bilimsel!?" diyorsunuz ve gülümsüyorsunuz ama iyi okursak bahsettiği, şu eskilerin öğretilerinden olan bilimsel teslis. Gerçi bu nedir, ne değildir bilmiyorum. :D
  • Gelelim benim için en ilginç ve araştırılması gerektiğine inandığım noktaya. ENGLAND. Yazar sadece kendi dilindeki kelimeleri değil, Türkçe kelimeler üzerinde de çözümleme yapıyor. ING eski Türkçe'de "ganimet" manasına geliyormuş. Açıkçası bu kelimeyi bilmiyorum. Ama doğru ise yazara göre ENGLAND (biz INGLIND diye telafuz ediyor, Türkçe olarak İngiltere diyoruz) Türkçe'de "Zapt edilmiş/Ganimet Ülke" manasına geliyor. Yani bizden önce Albion diye anılan bu topraklar, bizim gelmemiz ile birlikte ENGLAND olarak anılmaya başlanmış ve hala bu şekilde de anılmaya devam etmektedir. Doğru ise ben İngilizler ile baya dalga geçerim. :D Aslında bakın, İskoçya'da bir bölgede "ELGİN" diye bir kasaba var ve bildiğiniz üzere hala isim ya da soyisim olarak kullanıyoruz. İşin komik yanı o kasabanın Türkler ile hiçbir ilgisi yok. Kız ismi olan Elgin, gurbette yaşayan manasına gelir. Orada yaşayan bir İskoç'a bunu dedim ve şaşırdı. Türkçe olduğunu bilmiyordu bile. Hatta Hong Kong'dan tut, Amerika'ya kadar bu "Elgin" ismi kullanılıyor yer, mekan ve sokak ismi olarak. http://en.wikipedia.org/wiki/Elgin

Kitap hakkında genel görüşüm: Neyse, herhalde işin özünü anladınız? Benim görüşüme göre ise yazarın hiçbir sağlam dayanağı yok. Kaynak olarak neredeyse hiçbir şey sunmamış bile zaten. Mu kitabının yazarı bile daha sağlam dayanaklar sunmuştu. Ayrıca zırt pırt olayı Katolik inancına bağlayıp, adeta misyonerlikvari bir tavır sergiliyor. İslam hakkında bile bilgisi yok, görüyorsunuz. RUHBAN sınıfı var sanıyor İslam'da. Bu durumda ilgi alanına girene kadar bizler hakkında da pek bilgisi vardır diyemeyiz. Kısacası, sağlam olmayan dayanaklar, kaynaksızlık ve yorumlamalar ile zoraki bağ kurma ile pek bir şey sunuyor diyemeyiz yazar. Yani, bir de Türk diyor ama öğretiye bakıyorsunuz sunduğu Tengricilik ile ilgisi yok ve paso Hindu öğretisi sunuyor bize. İşin özü bana göre tamamen kurgusal bir kitap.

Kitap önerisi: Okumaya değer mi? Belki.
Puan: 10/ 3


Kitap Fiyatı: 25 (Ben aldığımda 4.basımdı ve 20 TL idi. Her basımda fiyat artacak galiba.)