Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Eylül 2016 Perşembe | By: YeniAy M.

Hollywood İşi


"Çok sevdiğiniz filmler aslında ne mesaj(ileti) veriyor? Neyi hedefliyor?"


KÜNYE
Yazar Ramazan Kurtoğlu
Yayıncı: Asi Kitap Yayınları
Sayfa310
Baskı Yılı: 2016(3. Baskı)
TANITIM BÜLTENİ
-Hayranlıkla izlediğimiz Hollywood filmleri Amerikan sinema sektörünün masum birer çalışması mı?
-Yoksa planlı bir projenin parçası mı?
-Yapılacak siyasi ve ekonomik operasyonlara filmler aracılığıyla nasıl zemin hazırlanıyor?
-Bilinçaltı mesajlar nasıl veriliyor?
-Devasa bütçeli filmlerin arkasındaki güç Amerikan Derin Devleti mi?
-Matrix, Terminatör, Tomb Raider, Existenz, Beşinci Element, 12 Maymun, Star Trek ve daha onlarca filmin tek tek analizleri ve bilinçaltı operasyonları. Ne mesaj vermek istediler, dünyayı nasıl yönlendirdiler?

Bu kitabı okumadan hiçbir "Hollywood İşi"nin gerçek amacını bilemeyeceksiniz.

 Evanjelik-Kaba Felfesinin harmanlanarak bize sunulan Hollywood filmleri ve dizileri; Amerikan'ın iç ve dış politikalarını yansıtması ve psikolojik bir harp silahı olarak kullanılması açısından sosyolojik ve sosyal psikolojik açıdan incelemeye değer bir alan. Elbette gizli kültler konusunda uzman kişilerin de ilgiyle takip edip, üzerinde araştırmalar yapılan bir alan. Çünkü en başta da söylediğim gibi bu film ve diziler, batılı gizli örgütlerin de kabala ve gnostik(evangelist= Tanrı'yı kıyamete zorlama senaryoları) felsefeleri ile işlenip bize yutturuluyor.

Kitabın bu yönde bir çok örneği var. Okudukça görüyoruz ki yetişkinler kadar çocuklar da tehlikede. Bizim bile çocukken izlediğimiz Tom ve Jerry gibi nice çizgi filmler bu heriflerin kötü emelleri ile yoğrulup çocukların beyni - bilinçaltı iletiler ile- yönlendiriliyor. Zaten konuya ilgisi olanlar görecektir ki internet üzerinde bu konuda bir sürü video var; cinsellik ve şiddet aşılaması bu çizgi filmlerin bir numaralı emelleri arasında ki bugün Avrupa'da cinsellik yaşı 11 yaşlarına kadar inmiş bulunmakta. Bildiğiniz üzere batıda üretilen bu film ve çizgi filmler elbette ki en önce kendi insanlarını vuruyor; sonra dış ülkelere pazarlanarak bizleri vuruyor. Bu yüzden anne ve babalara tavsiyem; çocuklara TRT Çocuk'daki yerli çizgi filmleri izletin ve gene yerli olarak üretilmiş, çocukları bilinçlendirmek (dini ve milli-ahlaki) için hazırlanmış çizgi film dvd'leri alın.

Bildiğiniz üzere 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra batıda bir Türkiye karşıtlığı-gene- patlak vermiş ve ipe sapa sığmaz şeyler yazıldı. Avusturya ve İsveç gibi ülkeler bel altından vurmak için çabalarken kendi ülkelerindeki duruma bile bakmadı. Cinselliğin 11 yaşına kadar düşmesi ve dahası çocuk anne oranları (ki Türkiye'de eleştirilen çocuk yaşta evlendirilen gençlerin durumundan hiç farkı yoktur bence; eleştiri ise önce kendilerini eleştirsinler.) dikkat edilmesi gereken bir orandır. Dahası sanıldığının aksine tecavüz oranının en yüksek olduğu ülke Hindistan yerine batı ülkesi olan İsveç olması da yukarıda bahsettiğim neden/lerin sonuçlarından sadece biridir.

Ayrıca uyuşturucu, sigara ve alkol kullanımı da bu yaşlara düşmüş bulunmakta(maalesef sigara ve uyuşturucu konusunda bizim ülkemiz de ciddi bir tehlikede).

Sonuç olarak yukarıda bahsedilen felsefe temelinde bizlere eğlence ayağına yutturulan her şeyin virüs gibi içimize işleyip davranışlarımızı -biz fark etmeden-  değiştirip; seks, uyuşturucu, cinsel sapkınlık, alkol ve inançsızlık batağına saplanıp toplumlarımızı hastalandırıp yok etme aşamasına geçildiği; uyuşturularak bir nevi zombi gibi düşünemeyen insanlar haline getirip gönüllerince yönetecekleri hastalıklı toplumlar yaratma çabaları gözlerimizi kapatıp başımızı başka yöne çevirerek ortadan kalkmayacaktır.

Bilinçli olarak ve bilincimizi çocuklarımıza aktararak bu tehlikeye karşı korunabiliriz. Kitabı edinmenizi ve okumanızı tavsiye ederim.

Eksi bir noktası var; bazı konular sık sık tekrarlanıp, işlenmiş. Bir de sanırım ilk basım oldukça geçmiş yıllara dayanıyor. Yeni baskıyı güncelleyip basmalarını tercih ederdim. İlla ki bir sürü örnek daha eklenip, bilgiler sunulurdu. :)

 (Soluk renkli fiyat, etiket fiyatıdır. Üstündeki ise internet fiyatıdır.)
5 Ağustos 2016 Cuma | By: YeniAy M.

Holokost Endüstrisi


"Bir milletin gözyaşlarının sömürülmesinin hikayesi"


KÜNYE
Yazar Norman G. Finkelstein
Yayıncı: Kırmızı Kedi Yayınları
Sayfa231
Baskı Yılı: 2011

TANITIM BÜLTENİ
Holokost Endüstrisi kitabıyla dünya çapında büyük tartışma yaratan Norman Finkelstein Yahudi kökenli bir entelektüel. Naziler ailesinin bütün fertlerini katletmiş, babasını Auschwitz Kampı'na, annesini ise Majdanek Kampı'na göndermiş. Kısacası Finkelstein Yahudi Soykırımı'nın, yani Holokost'un bütün acılarını yaşamış. Ama bir itirazı var. Ailesinin ve sevdiklerinin çektiği acıların istismarına karşı çıkıyor. Hele hele bu istismarın ABD'nin ve İsrail'in Ortadoğu'da yaptıklarını meşrulaştırmak için kullanılmasına isyan ediyor. Finkelstein, elinizdeki kitapta Holokost'un acılarının hangi yollarla paraya çevrildiğini ve bu paranın gerçek Holokost mağdurlarından nasıl esirgendiğini anlatıyor. ABD'nin Yahudi lobisini ve İsrail'i nasıl kullandığını gözler önüne seriyor. Okuyucuyu timsah gözyaşlarına inanmaması için uyarıyor. İsrail'in yaptıklarına sessiz kalan birisinin Holokost'a karşı çıkışının samimi olamayacağını söylüyor. Bizlere Holokost'u yapanların ve inkâr ya da istismar edenlerin aynı kumaştan olduğunu hatırlatıyor. Holokost Endüstrisi bu samimi ve derin isyanın kâğıda dökülmüş halidir.

Ramazan ayında başladım ama bir türlü bitiremedim. Bunun sebebi kitabın sıkıcı olması değil benim kitap okuma iştahımın bir süredir olmamasıydı. Arkadaşım yazar Meryem Seyda Parlak, bunun sebebini yaz bunalımına bağladı. Vallahi olabilir, her şey mümkün. :D

53 gün olmuş kitaba başlayalı. Offff :D Neyse.

Kitaba bir başka kitabı okurken rastladım. Hangisi derseniz inanın hatırlamıyorum ama İslamofobi Endüstrisi kitabında iken olabilir. Az çok fark ediyoruz ki Dünya'da bir şeyler üzerinden kazan elde eden bir Endüstri var. Ve şahsi fikrim bunların hepsine Dünya Endüstrisi demek doğru olacaktır zira hepsi de aynı adamlar özünde.  Neyse. Devam.

Kitap, ağırlıkta Amerikan Yahudi Örgütlerinin, Nazi Holokostunda hayatını kaybetmiş ve işçi-köle olarak çalıştırılmış Yahudiler adına başta İsviçre olmak üzere çeşitli ülkelerden para tırtıklaması üzerine kurulmuş. Ve bunu yaparken de oldukça iğrenç ve çirkin yalan dolan ve saptırmalara başvurmaktan çekinmiyorlar. Adamlar güzelce paraları topluyor ama iş dağıtmaya gelince çoğu kişi avucunu yalıyor. Kısacası adamlar sözde Yahudi ve Yahudi mağdurlar için o paraları tazminat olarak alıyor(elbette bunu yaparken kendilerini tüm Dünya Yahudiliğinin temsilcisi ilan ediyorlar.) ama aslında Yahudileri sömürerek kazanç elde ediyorlar. Hali ile sözde Yahudi diyorum ama bu siyonistlere göre herhalde öldürülen ve işçi-köle olarak çalıştırılanlar gerçek Yahudi olmasa gerek ki bu kadar vicdan rahatlığı ile bu ve fazlasını yapıyorlar. Daha önce okuduğum Yahudiliğin Büyük Sırrı kitabında, bilhassa israil'de, Yahudilerin de kendi içlerinde bir çeşit kast düzenine benzer bir sınıflandırmaya gidildiğini öğrenmiştim. Biliyorsunuz ki Yahudiler, Yahudi doğmadığın sürece seni gerçek Yahudi kabul etmezler. Fakat bugün bunları ayıklamaya kalkarlar ise bir avuç kadar kalırlar. Hali ile varlıklarını reddetmeyip gerek askerlik gerekse holokostlarda kurbanlık koyun olarak kullanmak için yanlarında tutuyorlar. Yani başka türlü aklım almıyor kendine Yahudi deyip (bir de milliyetçi-dindar yahudi deyip) de Yahudileri böyle mağdur edip, sömürmelerini... Yazık be! İnsan ne çekerse kendi ailesinin içindekilerden çekermiş! Babam derdi; elalem canımızı yakar ama yakınımız canımızı alır.... Biliyorsunuz ki biz İslam alemi olarak da bu konuda çok can kaybettik ve maalesef kaybediyoruz. Allah (C. C.) yar ve yardımcımız olsun.

Kitap hakkında genel görüşüme değinecek olursam; alıp okumanızı tavsiye ederim. Amerikalı Yahudilerin, ilk zamanlar İsrail'i hiç takmaması, Holokost'u bile ağzına almaması ama zaman içerisinde oluşan şartları değerlendirerek Holokost'u tam bir endüstri haline getirmesinin aşamalarını öğrenmek şaşılacak bir tarihsel-sosyolojik bir olay. Bu olay yarın başka her türlü olaya uyarlanarak da aynen kullanılabilir. Yeter ki şartlar oluşsun. Eh, ortada acı çeken bir kesim varken onu sömüren bir kesim elbet olacak. Sonuçta bu Dünya'da ölüm ve kandan beslenen bir güruhlar çetesi var.



             (Soluk renkli fiyat, etiket fiyatıdır. Üstündeki ise internet fiyatıdır.)

20 Mart 2016 Pazar | By: YeniAy M.

İslamofobi Endüstrisi



 UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.

"İnsanlar ön yargılı doğmazlar. Ön yargılar başkaları tarafından bizim için hazırlanır... Bir şeyler isteyen birileri tarafından. "

KÜNYE

Yazar: 
Yayıncı:  Diyanet İşleri Başkanlığı
Sayfa: 308
Baskı Yılı: 2015

İslamofobi, 11 Eylül olaylarından sonra birden ortaya çıkmış yeni bir şey değildir. Antisemitizm ve yabancı düşmanlığı gibi uzun bir geçmişi ve derin tarihi kökleri vardır. Onun günümüzde yeniden canlanması, 20. yüzyılın sonlarında önemli sayıdaki Müslaman' ın Batı' ya göçmesiyle, İran devrimiyle, adam kaçırma ve rehin alma olayları da dahil 1980 ve 1990' lardaki terör faaliyetleriyle, 11 Eylül 2001 de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon' a yapılan saldırılarla bunun ardından oluşan Avrupa' daki terör saldırılarıyla olmuştur. " İslamofobi Endüstrisi " adsı eser, özellikle dünyanın Batı yakasında islam hakkında nasıl bir kara propaganda yürütüldüğünü, bunun nasıl bir endüstri haline geldiğini örneklerle ve farklı boyutlarıyla ortaya koymaktadır. Nathan LEAN, bu eserle fikir dünyamıza değerli bir katkı sunmuştur.

Geisser'in İslamofobi kitabından sonra, bu konuya iştahım kabardı ve bahsedince, Samsun Kitap Fuarından arkadaşım Seyda'ya aldırdım. Sağ olsun bu ay hemen gönderdi ve hali ile bende bir an önce okumaya başladım.

Geisser kitabında Fransa üzerinden İslamofobi'den bahsederken, Nathan da Amerika üzerinden bahsetmiş. İki kitabı karşılaştırınca Nathan'ın kitabının bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde daha tatmin edici işlediğini söylemem gerekir. Hatta işin sosyolojik boyutlarını daha bir gözler önüne serdiği için benim açımdan (malum sosyoloji mezunuyum) daha önemli bir hale geldi.

Kitabın sayısız ilgi çekici noktası var. Batı tarihinde sürekli olarak 'öcü'lerin yaratıldığını ve bunu toplumlara hükmetmek için kullanıldığını savunan bir kişiyim. Hatta ekonomik buhranların yaşandığı batı toplumlarında, azınlıklara karşı ırkçılığın artmasının kesinlikle tesadüf olmadığı, aksine başta politikacılar olmak üzere bu işi lehlerine kullanmak isteyenlerce körüklendiği tüm sosyologların ortak tespitidir. İşte İslamofobi veya Antiİslamizm olayı da aynen böyle bir durumdur. Kitabın 1. bölümünde işte bu korku-öcü-canavar korkusu tarihini anlatmış yazar. Illimunati korkusundan başlamış, Katolik ve Komünizm korkusu ile devam etmiş ve sonunda bugün İslam korkusu ile taçlanmış Amerika'nın Korku Tarihi. Merak etmiyor değilim; yarın Amerika ve Batı korkmak ve kötülemek için neyi yaratacak acaba? Siyahları mı? Öyle ya nispeten azınlık olarak kabul edilebilecek siyahi nüfusun artışının beyaz nüfusu yok edeceğinden ödleri kopabilir (Klu Klanını unutmayalım!)yarın ya da Amerika'da göçmenlerle artış gösteren Latin Amerika'lı nüfusun artışı ve şehirleri resmen ele geçirmesi Amerikan halkını deli gibi korkutabilir. "Kuzey Amerika, Latin Amerikalılar tarafından işgal ediliyor ve yakında Kuzey Amerika, Latin Amerika ülkesi haline gelecek!" diyen yeni Pamela Geller'ler, Spencer'lar, Pipes'ler Gabriel'ler çıkabilir. Sonra bakmışız Norveçli Kasap Terörist gibi birileri veya yeni Hitlerler, Stalinler ortaya çıkıp kitlesek kıyıma girebilir! Bu kin ve ırkçılık körüklemesi ile bu durum yarın Müslümanların başına da gelebilir, diğer azınlıkların başına da! Böyle kitlesel bir kıyımın korkarım yakında Amerika'da başlayacağından endişe ederim. Zira korkunç bir bireysel silahlanma düzeyinde olan Amerika'da çok fazla ruh hastası insan var ve bunların okul, sinema basıp katliamlar yaptığını haberlerde izliyoruz hatta bazılarımız yaşıyor. Her yıl polisin 1000 sivili öldürdüğü ve binlerce kişinin öldürüldüğü Amerika'da asıl sorunun Müslümanlar veya başka azınlıklar olmadığı, insanlarını öldürenlerin bu kişiler olmadığı bu kadar aşikar iken neden bugün Amerika ve Batı'da İslam karşıtlığı öne geçti? Hem de 11 Eylül'den sonra düzenli bir yükseliş ile...

Cevap basit, kitabın isminden de anlayacağınız gibi birileri bunu endüstri haline getirdi de o yüzden! Gerek maddi gerekse siyasi çıkarları yüzünden... İnternet bu korku imparatorluğunun başat araçlarından biri haline gelmiş durumda; her gün İslam karşıtı yazılar yazan bazı blog sahipleri ve popülerlik kazanmış bazı zatların yazdıkları İslam karşıtı kitaplarla aylık olarak ceplerine binlerce doların girişini sağlıyorlar ve bu sayede günlerini gün ederken, siyasi olarak bunları destekleyen siyonist ve politikacılar da siyasi kazanç elde ediyorlar. Sonuçta her fikrin bir maddi destekçisi olmak zorundadır yoksa silahşörleri nasıl ayakta kalabilir?

Kitap bize kimin kimlerle ittifaklık kurduğunu, İslam karşıtlığını körüklemek için neler yaptıklarını; açıklamalarını ve eylemlerine kadar bir çok şeyi önümüze sermiş. Ve kitabın sonlarında bu politikaların etkilerinin yavaş yavaş nasıl şiddet olarak dökülmeye başlandığına değinip, adeta acil uyarı vermiştir. Yazarın da kitabın sonuç kısmında söylediği gibi; bu endüstrinin tuzağını düşmemek ve onların yaptıklarına karşı çıkıp, reddederek bu tuzağı bozabiliriz. Bu sadece bugünün İslam karşıtlığı için değil yarının olası bir başka azınlık karşıtlığı için de geçerlidir.

Unutmayın ki kalbinize korku tohumu ekenler, bu tohumun yeşermesi için de boş durmazlar ve bunu yaptıklarında artık size hükmetmeye başlarlar. Görüyoruz ki Amerika sürekli olarak bu şekilde yönetilmiş. Maalesef medyanın da büyük desteği ile (zaten ana akım medyanın büyük çoğunluğu siyonistlerin ya da siyonist destekçilerinin elinde; Fox Haber gibi.) yalan yanlış çarptırmalar ile insanların beyinlerini yıkar hale gelip, gerçekleri gizli tutmaktadır. Maalesef Amerika kültürel olarak dışa kapalı bir toplum ve bu da dış dünya hakkında, tekelleşmiş medyası ne derse ona inanma eğilimine itmekte. Bu da onları korku ile hükmedilmesi kolay bir toplum haline getirmekte.

"Toplumlara ya adaletle ya da korku ile hükmedilir." Ayça Mutlucan.

"İnsanlar ön yargılı doğmazlar. Ön yargılar başkaları tarafından bizim için hazırlanır... Bir şeyler isteyen birileri tarafından. Hitler bir şey istiyordu. Güç istiyordu. Ve anlıyordu ki Alman halkı sürekli bir koku halindeyken cahil ve itaatkar olarak kalacaktır." (Enayi Olma; 1947)


   (Soluk renkli fiyat, etiket fiyatıdır. Üstündeki ise internet fiyatıdır.)
30 Aralık 2014 Salı | By: YeniAy M.

Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomb Öncesi Keşfi ve Piri Reis




UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.

AMERİKA KITASI İLK OLARAK KOLOMB İLE Mİ KEŞFEDİLDİ, YOKSA ONDAN ÖNCE DAVRANANLAR OLDU MU?


Siyasi gündemle birlikte dile gelen, aslında yeniden dile gelen, bir konu olan Amerika'yı ilk kim keşfetti? sorusuna cevap vermek için hazırlanmış, zengin içerikli bir kitap. Kitabı bir gazete ile verildiğini görünce hemen kaptım, kaçar mı? Beleşe kitap bulmuşum, hem de ilgi alanıma giren bir kitap! :)

Kitabın hemen girişinde anlaşıldığı üzere, bu soruyu Batılılar da kendi içlerinde sormuşlar. Bu soruyu soranların başında Menzies isminde bir adam var, kitaplar bile yazmış. Bu soruyu sormasına ve araştırmaya başlamasına neden olan olay ise, James Ford Kütüphanesinde bulduğu, Karayip Denizlerini gösteren bir harita. Haritanın tarihi 1424'tür. Yani Kolomb'un keşfinden 70 sene evvel. Bu durumda birilerinin ondan önce Karayiplere gitmiş olması gerekmektedir, ama kim?

Bu haritayı asıl keşfeden kişi ise Armando Cortesa isimli biri. Ona göre bu harita ve karayipler ile ilgili bilgileri eski dünyaya getiren Portekizli denizcilerdir. Oysa MENZİES'e göre bu mümkün değildir. Zira o dönem veya öncesinde oralara gitmiş olan kaşiflerin, astronavigasyonda usta kişiler olmaları ve önemsiz boylam hataları ile haritaları çizebilecek enlem boylam ölçme yöntemlerine sahip olmaları gerekiyor, zira bu harita hemen hemen doğru orantılarda çizilmiştir. Oysa o dönemlerde böyle bir seyahati gerçekleştirebilecek materyal kaynağına, bilimsel veriye ve denizcilik tecrübesine sahip tek ülke Çin idi. Çin'in batıya seferlerine dair de en eski üç kayıt, katılanlarca kaleme alınmıştır. Bunlardan biri de Arapça bilen bir Müslüman olan Ma Huan'dır. Yazılan kayıtlarda Borneo, Timor ve benzeri otuz altı ülkede uğranacak limanlar hakkında bilgi verilmiştir ama hiçbir kayıt da harita yoktur. Yani, bu kadar yer hakkında ayrıntılı kayıt tutulmuş ama harita çizilmemiştir. Atlantik ve ötesi hakkında hiçbir bilgiye rastlanmaz iken Menzies nasıl bu sonuca ulaşmıştır? Yani Fuat Sezgin'e göre Avrupalıların böyle bir bilimsel bilgiden yoksun oldukları doğrudur ama Çinlilerin de oralara kadar gittiklerini gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır.

Başka bir harita ise dönemin şartlarına göre inanılmaz derecede yetenekle çizilmiştir. Zira 1300'lü yıllarda Güney Afrika'nın üçgen şeklinin ve tam bir tasvirini bu kadar erken bir tarihte çıkarılmış olması şaşırılacak şeydir. Fuchs ve Needham'a göre bu tür gelişmiş vasıflar ancak İslam dünyasında alınan bilgilerle açıklanabilir. Avrupa'da tespit edilen yaklaşık yüz ve Afrika'da otuz beş Arapça yer ve ülke ismi de bu görüşü desteklemektedir.

Günümüze kadar ulaşan,15.-16. y.y.lara ait Arap ve bazı Türk seyir kitaplarından elde edilen veriler Hint Okyanusu'nda kapsamlı bir katografik tasvir çıkarmaya yetecek kadar bol ve yeterli miktarda ölçüm yapıldığını doğrulamaktadır.

Bilgin Al-Mas'üdi Mir'at az-zaman adlı kitabında çeşitli defa batıya doğru gidip Atlantik'i aşmaya çalışarak hayatlarını tehlikeye atan İspanyalı Arap (Endülüs) denizcilerinin hikayelerini yazdığını anlatmaktadır. Bunlardan biri de Haikhas isimi biridir. Uzun bir süre sonra zengin bir ganimetle birlikte geri dönmüşlerdir. Fakat diğerleri dönmemiştir.

1312'den kısa bir zaman önce Sultan Muhammed Abü Bakr'ın 'okyanusun öbür tarafına' ulaşmak üzere bir filo yola çıkardığını bildirilmektedir. İbn Fadlallah al-Umari'nin ifadesine göre, gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra filo açık denize açılmış, yolda tehlikeli bir akıntıya yakalanmış ve biri dışında tüm gemiler batmıştı. Bunun üzerine sultan ikinci bir filo donatmış ve kendisi de filoyla birlikte yola çıkmış ama hiçbir zaman geri dönmemişti.


Kitap hakkındaki genel görüşüm: Yazarımız bu ve daha nice olaylar hakkında kitabında bizi aydınlatmaktadır. Yazının başında gördüğünüz gibi başka yazarların da farklı görüşlerine yer vermiş, onların neden haklı olamayacakları konusunda da bilgilendirmeler yapmıştır. Bunların başında da Menzies gelmektedir. Bununla birlikte yazarımız Piri Reis'in hayatını kısa bir bölümünü ve hazırladığı harita konusunda bizi bilgilendiren uzun ve aydınlatıcı bir ek bölüm de hazırlamış. Biliyorsunuz, Piri Reis'in Dünya Haritası hakkında bizi en çok meraklandıran, bu haritayı nasıl hazırladı? sorusudur. Bu cevabı bu kitapta bulacaksınız. Haritaları da vermiş olması, renkli basım olması falan bence kitabın artılarından.

Yalnız bana biraz ağır geldi. Dili akıcı falan da denizcilik-harita bilimi falan bana göre değil. Kafam karıştı bir noktadan sonra, "ee yani?" diyorum. :)

Kitabın varlığı bile başlı başına önemli benim için. Maalesef milletimizde bir böyle eziklik, Amerikalıların tabiri ile "looser(kaybeden)" zihni var. Bu yüzden Müslümanlar keşfetti, deyince şöyle bir olumsuz eleştiriler, "hadi oradan! yok artık!" tarzı tabirler ve dalga geçecek kadar da kendimize, kültürümüze, kimliğimize bir yabancılaşmışlık... Yani asıl böyle adamlarla dalga geçip, yüzüne güleceksin, belki utanırlar içinde düştükleri durumdan da değişmeye çalışırlar.

Her şeyi geçtim şunu söyleyeyim, Amerikan yerlilerin(o dönemdekiler için söylüyorum) kültürlerinde denizden çıkıp geri dönecek bir çeşit ata-han tarzı efsaneleri-bekleyişleri vardır. Madem bu adamları Kolomb keşfetti, o bekledikleri kişiyi nasıl bekliyorlar? Eğer biri Kolomb'dan önce gelmemiş ise onlara? Ayrıca Kolomb'un elindeki haritalar ile yola çıktığını da yazarımız bize söylüyor. Bahsi geçen haritalar Avrupa haritası falan değil, ötesini gösteren haritalar. Nereden bulup çizildi, eline geçti? Yani Kolomb, haydi dümdüz gideyim varırım herhalde bir yere diye körlemesine bir yolculuğa çıkmamıştı.

Kitap Okuma Önerisi:  Köklerimize ışık tutup, şuur açan bir kitap bence.

Puan: 10/9

Kitap Fiyatı: 25,90


Kitabın fiyatı pahalı gelebilir, hem de 68 sayfalık bir kitap için. Ama yayıncı BOYUT. Bunlar biraz koleksiyon kitaplar hazırlıyorlar, kaliteli falan. Bu yüzden fiyatı da pahalı bu yayınların kitapları. Benim gibi uyanıklık yapıp kapacaktınız gazeteden. :)
10 Ekim 2013 Perşembe | By: YeniAy M.

Atatürk ve Kayıp Kıta Mu 2


 

Amerikan yerlileri Türk mü? Kanıt var mı? Mu ile ilgimiz nedir? Ortak kökenlerimize dair kanıt var mı?

 
 

Yazarımız Sinan Meydan Mu ve Atatürk ile ilgili 2.kitabı ile bizlerle.  Tartışmasız ilk kitabından daha doyurucu kalınlıkta ve daha ilgi çekici bilgilere sahip. Özellikle de "bana göre" kitabın sonlarında resmi olan bir piramit resmi, denizin altında bulunan kayıp uygarlıklara çok iyi bir kanıt olmuş.

Kitap çeşitli bölümlere ayrılarak son derece düzenli bir kitap olarak karşımıza çıkmış. İlk bölümde Atatürk'ün Mu, Mayalar ve Kızılderiler ile ilgili çalışmalara ve bu amaçla görevlendirilmiş Tahsin Bey üzerine odaklanmış. Mayatepek soyadı verilen (Tepe yerlilerin dilinde TEPE demek. Atatürk tarafından verilmiştir.) elçimiz çeşitli raporlar göndermiştir. Tepek'in raporlarından "Mu"'nun varlığına inandığı izlenimini edinmekteyiz ama bana göre Atatürk, her ne kadar O İngiliz albayı ülkeye davet edip, kitaplarını çevirtse de son derece şüpheli yaklaşmıştır. Çünkü ben bile albayın yazdıklarındaki büyük boşlukları ve delil sorununu görebiliyorsam Atatürk hayli hayli görmüştür. Atatürk'ün daha çok şu an yaşayan ve önceden yaşamış uygarlıkların dilleri, simgeleri ve yazıtlarına bakarak Türkler ve dilleri ile ilgisine odaklandığı ve ana çalışmasının bu olduğunu söylemem yanlış olmayacaktır. Çünkü daha kesin kanıtlar sunmaktalar. Öbür türlüsü havayı yumruklamaya benzer.

İlk bölümde en ilgi çekici olan Mayatepeğin raporlarından ziyade Atatürk'ün Mayaca kelimeleri ile ilgili çözümlemesi bence. Kısacası bir sözlük tablosu çalışması diyebiliriz de. Örneğin Chacal Mayacak Çakal demek. Aynı. Pek: Kö-PEK gibi.. Ama bu Atatürk'ün "tahmini" çalışmalarıdır. Ve açıkçası dil bilimci değilim ama  ilk aşamada "yakıştırma" yaparak Türkçe' ile bağ kurmaya çalışmış izlenimi edindim. Bölümün sonunda ise Kızılderilerin ve Türklerin kandaş olduğu tezinin bugün kanıtlandığına dair bilgiler bize sunulmuş.

İlerleyen bölümlerde zaten Türk ve Kızılderililerin üzerine yazılmış bilgiler var. Veee bahsettiğim resim. Kitabın sonlarında kaliteli kağıda renkli olarak basılmış resimler var. Japonlar tarafından BULUNMUŞ su altında kalmış medeniyetin kalıntıları aşağı yukarı yok olduğu söylenen kıtaların bulunduğu bölgelerde duruyor. %100 aynı yer değil ama sonuçta çizimle kondurulan yerin isabetli yer olduğunu kim iddia edebilir? Veya kara parçalarının oynadığını çabuk mu unuttuk? Yerimizde saymıyoruz, hareket halindeyiz sürekli.

Kitap hakkındaki genel görüşüm: İkinci bölümde Mu varlığına dayanan bilimsel deliller sıralanmış ama açıkçası bulunan yazıtlardan açıkça "MU" yazan bir yazıt olsa bugün bilim dünyası daha ciddiye alırdı bu durumu. Bu yüzden yazıtlar görünüşe göre "mu" isminden ziyade var olmuş ama yok olmuş, güçlü bir kara parçasından bahsetmekte ama MU yakıştırması yazarlarca yapılmış. İlk sırada Naakal tabletleri verilmiş ama önceki kitapların eleştirisinde de yazdığım gibi bu tabletler nerede? Resim yok, çizimle olacak iş de değil. Bu bana evrimi kanıtlamak için öne sürülen ara geçiş formlarının el çizimini anımsatıyor. SIFIR! Kesinlikle kanıt niteliği taşımamakta, iddiadan öteye gidememekte. Yazarımız her ne kadar kanıtlama derdinde olsa da bilimsel olarak ciddiye alınacak kadar delil elimizde yok. Ama şundan eminim ki yok olmuş güçlü medeniyetler var. Adları ne olursa olsunlar ama onlardan hangisi ilk insan medeniyeti? İşte bunu bilmiyoruz.

Kitapta çok ilgi çekici bilgiler var. Özellikle Amerikan yerlileri ve dilleri ile Türkçe arasındaki bağ gibi. Ayrıca diğer kültürler ile olan ortak noktalarımız ve kandaşlığımıza vurgulanan noktaların gerçekliği son derece yüksek delil ki kanıtlanmış olduğu ama bilerek göz ardı edilen bir bilgi olduğu görüşündeyim. Şimdi mantıklı olalım. Kim Türklerin Batılılardan çok önce Amerika'da olduğunu ve halen orada yaşadığını kabul etmek ister ki? Kültürel Emperyalizm amacına hizmet eder mi? Etmez!

Kitap Okuma Önerisi: İlkini almasanız bile bunu alın.

Puan: 10/9

Kitap Fiyatı: 28 (ben 20 tl ye aldım zamanında. İndirime denk gelmiş olabilirim. Hatırlamıyorum ama netten bu fiyata alabilirsiniz ama yanında başka kitaplar falan alında kargo parasıyla 28'e denk gelmesin :D )



Atatürk ve Kayıp Kıta Mu 1


 

Mu ve Atatürk ilişkisi nedir? Tahsin Mayatepek neden Amerika'ya elçi olarak atandı?


Sinan Meydan'ın  Mu kıtası ve Atatürk ilişkisi üzerine yazdığı ilk kitabı. Yazarımızın Mu ile ilgili bilgilerinin ana kaynaklarından biri tartışmasız James Churchward'ın kitapları. Ama odaklandığı nokta Atatürk'ün bu konudaki araştırmaları, gidişatı ve Türklerin kökeninin yeri...



Kitap iki alıntı ile başlıyor. Biri Atatürk'ün, Türklerin ana yurdu ile söylediği bir konuşmasından alıntı, diğeri ise Meksika piramitlerinde bulunan bir yazıt. Atatürk, yeryüzünün her yerinin Türkler için yurtluk yaptığını öne sürmektedir(aslında günümüze bakarsak bu söz yanlış sayılmaz. Nereye gitseniz bir Türk bulmaz mısınız? Gerçi burada bahsedilen yorum toplu yaşama. Ama günümüz belgeleri gerçekten de gitmediğimizi sandığımız yerlerde bulunduğumuzu gösteriyor. Hatta nispeten yakın tarih sayabileceğimiz Osmanlı ve öncesinde de)

Diğer alıntıdaki yazıt eminim hepinize tanıdık geldi? Hz.Nuh tufanını anımsattı, değil mi? Tufan ve Hz.Nuh hakkında her kültürde muhakkak anlatılagelen bir efsane, anlatı vardır. Bizim için dünyanın öbür ucu sayılan Amerika kıtasında bile buna rastlıyoruz.

Kitabın ilk bölümlerinde Atatürk'ün Türk Tarih Tezini ve Güneş Dil Kuramını neye dayanarak attığına değiniyoruz. Daha sonra ise Mu konusunda bize bilgi sunuluyoruz. Bu bölümün sonunda Mu'nun yok oluşu ile ilgili yazıtlara değindiği için ister istemez, adına ister Mu ister başka bir şey deyin, yok olmuş bir kara parçasının varlığından söz etmenin mümkün olduğuna inanmaya başlıyorsunuz(elbette bunların yazdığı söylenen kaynakların gerçekten var olduğunu farz ederek konuşuyorum.). Sonuçta eski insanlar "Ya şöyle bir yalan yazalım, ilerideki insanlar da bize inansın, dalga geçmiş oluruz." diye yalan bilgi yazacak halleri yok. Hiçbir devletin olmayan şeyleri resmi belgelerine "oldu" diye geçirdiğini duymadım da görmedim de. Bu yüzden en azından binlerce yıl önce bir kara parçasının yok olduğundan emin olabiliriz. Ama bu Mu mu? Ya da Mu bahsedildiği gibi ilk insanların kurduğu bir medeniyet mi? İşte ona bir kanıt yok, bulunacağından da şüpheliyim. Çünkü bugün kara parçalarında bulduğumuz antik şehirler bile kat ve kat toprağın altına gömülü olarak karşımıza çıkıyorlar. Kimisini tarihi belgelerden yerini bilerek bulup çıkartıyoruz, kimisini de başka amaçla kazarken... Denizin altında ise üstünde olduğundan daha geniş bir toprak tabakası var ve buraya gömülen bir uygarlığı bulmak, çıkartmak gerçekten de çok güç bir şey. Haberleri takip edenler bilirler. En son ki Pakistan depreminde bir ada ortaya çıktı. O adanın o suyun altında olduğundan kimin haberi vardı? Kimsenin! Allah zamanı gelince, istediği takdirde, bize tarihin gizemlerini sunuyor işte. :)

Devam edersek Mu'nun yok oluşu ile ilgili Meksika piramidinde yazan yazıtı okuduk. Bir de M.Ö 2000 yıl öncesinde yazılan "Baal Yazıtları" nda belirtilen yok oluşunu görelim(Mezopotamya uygarlığı Kaldeliler).


Kitapta Tahsin Beyin yaptığı Amerikan yerlileri araştırmasında Türkçe ile ortak kelimelerin olduğu bir mini sözlük de var. Ve bazı simgelerin yine burada verilmiş; manalarıyla.

Kitap hakkındaki genel görüşüm:  Mu'nun yazarından daha ilgi çekici şekilde kaleme almış yazarımız konuyu. Kaynakların hepsini yazdığı için (James'in aksine :D) daha güvenilir bir kaynak olma niteliği taşımış ama yukarıda da söylediğim gibi o kaynakların %100 doğruyu ilettiğine dayanarak konuşuyorum. Zamanında aldığımda baya ilgi çekici gelmiş, bir çırpıda okumuştum. Yalnız muhakkak dikkatinizi çeken noktaları işaretleyin sonra ben gibi baştan okuma ihtiyacı hissetmezsiniz. :D Kitabın benim için en ilgi çeken olayı, Türklerin ana yurdu konusuna odaklanmış olması. Az biraz insanın milliyetçi damarına dokunduğu kesin bu ögenin. :) Ama kitap Mu'nun yazarı gibi %100 doğrulamadan uzak, elbette ama daha derli toplu, ilgi çekici ve düşündürücü olmuş.

Kitap Okuma Önerisi: Tavsiye ederim.

Puan: 10/8

Kitap Fiyatı: 15,00


Kitapla ilgili verdiğim bilgileri yetersiz bulduysanız ya da ya hadi az biraz daha itele beni de alayım bu kitabı diyorsanız eğer, yazarımızın hem kitabı hem de konu üzerine konuştuğu, doyurucu olan program sohbetini aşağıdan izleyebilirsiniz. ;)


20 Ağustos 2013 Salı | By: YeniAy M.

Halide Edip ve Gerçekler

 
UYARI: Kitap hakkında bilgi içerdiğini unutmayınız.

Türk toplumuna "Simge kadın, Halide Onbaşı, Atatürk'ün yanındaki kadın, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanı" diye tanıtılan ve TANITTIRILAN Halide Edip söylendiği gibi biri mi? Yoksa az bile mi söylenmiş?


Yazarımız Muzaffer Özekin, okul yıllarında tam bir Halide Edip hayranıdır. Hatta bu hayranlık öyle bir düzeydedir ki yazdığı kompozisyonlarda ve ödevlerde, onun kitaplarından alıntılar yapar. Yazarımız, yıllar sonra ise bazı gariplikler, çelişkiler görmeye başlar: Bazı şeyler yanlış anlatılmış, bazı şeylerden hiç bahsedilmemiş veya fazla abartılmıştır. Bunun üzerine etraflıca bir araştırma yapar ve sonunda bu kitabı ortaya çıkartır.

Şimdiden uyarayım. Bu kitap kimisinin hoşuna gitmeyecek, kimisini şaşırtacak ve bazılarına ise "Biliyordum!" dedirtecek.

Bahsedilen konulara değinecek olursak, şöyle:

1- Sahtekarlıkla Başlamak:
Halide Edip, küçük yaşlarda "The Mother In The Home" isimli kitabın çevirisini yapar(Mader) ve bunun üzerine küçük Halide, Padişah Abdülhamit'in kendisine verdiği "Şefkat Nişanı" ile ödüllendirilir. Bu sayede ismi İstanbul'da duyurulur ve bunun sayesinde de Amerikan Koleji'ne kaydı kolayca yapılır.

Oysa işin aslı kitabın çevirisi son derece "dandirik" olmuştur ve bunun üzerine babasının arkadaşı Mahmut Esat Efendi çeviriyi yeniden düzenleyerek son haline getirir. Türkçesi; kitap yeniden çevrilmiştir. Halide Edip bunu "Mor Salkımlı Ev" isimli kitabında itiraf etmiş, üstüne padişahtan hoşlanmadığı için ondan ödül almanın onda "zillet" duygusu uyandırdığını yazmıştır.

Benim merak ettiğim şu: Madem zillet uyandırdı neden yıllarca "gururla", geçmişinde (backround) bundan bahsedilmesine ses çıkartmadı? Unutmayın ki bu itirafın kaleme alındığı tarih 1955-1963 yılıdır. Kariyerine sahtekarlık ile başlayan, ilerleyen dönemlerde neler neler yapmıştır merak ediyor.

2-Halide Edip Halide Edib'i Yalanlıyor:
Yazar, Halide'nin kitaplarındaki birbirini yalanlayan anlatımları dikkatimize sunuyor. Örneğin, Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin 1918 kasım ayında kurulduğunu ve iki ay içinde de kapandığını yazıyor; Türk'ün Ateşle İmtihanı isimli kitabında. Oysa Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri kitabında "İstanbul Mücadelesi'nin mukaddemesinde, bilhassa büyük mitinglerde epeyce rol oynadıktan sonra tabii olarak çöktü, gitti." diyor. Büyük mitinler ve tarihleri şöyle: 19 Mayıs 1919 Fatih mitingi, 22 Mayıs 1919 Kadiköy mitingi, 23 Mayıs 1919 Sultanahmet mitingi. Bakıyoruz ki Kasım 1918'de doğan ve iki ay sonra ocak ayında çöken cemiyet, diğer kitapta 6-7 ay sonra tahminen en erken Mayıs sonları, Haziran başlarında veya ortalarında çökertmektedir. Ayrıca diğer kitapta Atatürk'ünde-doğru olmadığı halde- bu cemiyetin kuruluşunda parmağı olduğunu iddia ediyor.

Halide Edip, Türk'ün Ateşle İmtihanı isimli kitapta, 1921 yılının Eylül'ün 20'den birkaç gün önce bazı raporları bastırmak için Ankara'ya gittiğini yazmış ama 1939 Akşam gazetesinde raporları, 1922 Ağustos'ta bastırdığını söylüyor. Aradaki koca bir seneye bakarak ya Halide Edip erken bunama hastalığına yakalanmış ya da gerçekte böyle bir şeyi yapmadığı için farklı iki tarih veriyor; bana göre.

Bu ve bir sürü konuda ki gerçeklere değiniyor ve kanıt olarak gene Halide Edip'in kendi yazdıklarını gösteriyor. Farklı tarihler, yanlış isimler, İngilizce ve Türkçe çevirilerinde sansürlenen kısımlar, üniversite bitirmediği halde bir üniversitede dekanlık yapmalar gibi gerçekler...

Genel olarak kitap hakkındaki görüşüm: Görünüşe göre Halide Edip ve hayatı koca bir yalandan ibaretmiş! Ayrıca kendisinin tam bir Amerikan mandacısı ve ajanı olduğunu da görebiliyoruz. Kanıtlar gene Halide Edip olduğu için su götürmez gerçekler olarak önümüzde duruyor. Dediğim gibi kimisinin hayalleri yıkılacak ve kabullenmek istemeyecek kimisi şaşacak kimisi de "malumun ilanı" diyecek.

Kitap Okuma Önerisi:  Muhakkak alınmalı!

Puan: 10/10


Kitap Fiyatı: 12,50

Kitaptan bazı alıntılar